20 Aralık 2013 Cuma

Özgürsün


 Özgür-

 Özgürlük

 Gitmek anlamına gelmeyeceğini biliyorsun değil mi?
 Herkesin sana bağlı olmadığını ve çemberin merkez noktasında durduğunu sanmıyorsun, değil mi?
 Düşünmek için birilerine ihtiyaç duymaman gerektiğini görüyorsun değil mi?

     Bağıra bağıra şarkı söyleyebilecek kadar özgürlüğünüz olmalı. Fazla değil, kendinizi ifade edebilecek kadar ve karşınızdakinin ne anlamak isterse onu anlayamayacağı kadar açık oynamalıyız cümleleri. Tüketim toplumunda farklı düşünceler üretip yok oluşlarını suskunluğumuzla karşılamaya gitmek yerine  sanatla birleştirmeliyiz belki de. Dayatılan şeyleri ezberlemeye gitmek yerine sorgulayabilecek kadar özgürlüğünüz olmalı. Rahatsız olduğunuz şeylerden, uzaklaştığınızı hissettiğiniz konularda ''dur artık'' diyebilecek kadar özgürlüğünüz olmalı.

  Kadına şiddete göz yumarken ve cinayetler için hala bir etki olmasını beklerken, bir kadını sevebilecek ve onu öpebilecek kadar özgürlüğünüz olmalı.

 Tecavüz haberlerinde, kız istemiş yapmasaymış, o saat ne işi varmış, ne giymişse hak etmiş işte, demek yerine kendinizi anne-baba-abi-abla olarak görebilecek kadar özgürlüğünüz olmalı.

 Şehit ailelerinin yanlarında bulunurken, kendi ülkenizin bayrağını açabilecek kadar özgürlüğünüz olmalı.

Dininizi, inancınızı, bakış açınızı söylerken sizi görmezden gelenleri görecek kadar özgürlüğünüz olmalı. Fazla değil, duvarlar ören insanların duvarlarını yıkabilecek kadar özgürlüğünüz olmalı.

 Benimle düşünceleriniz çatıştığında hala var olacak kadar özgürlüğünüz olmalı. Fazla değil, var olduğunuzu kanıtlamak için düşüncelerinizi ortaya koyabilecek kadar özgürlüğünüz olmalı.

 Haksızlıklara direnebilecek kadar özgürlüğünüz olmalı başta. İdealleriniz için kimseye peşkeş çekmeyecek kadar özgürlüğünüz olmalı. Doğruyu yanlıştan ayırabilecek kadar işte biraz düşününce.



 Kestik!

 Milyonları zor tutuyorlar, ayakkabı kutularında olmalı.



 

   

12 Aralık 2013 Perşembe

Soğuk Su



     Kırılmışlıktan ötesi yok. 
     Tamir edilebilesi yok. Çünkü o cam kırığının bile bir izi var bileğimde. Peki ya insanların yaptıklarının, kan yerine gözyaşını akıtanların? Beklemediğin değeri beklemediklerinden görürken, beklediğin-istediğin insanın beklenmeyen olması zaman içinde? Sonrası ney biliyor musun? 
  
     Sonrası suskunluk. Hep bir parça eksik hissedilmiş, ağlayarak uyanılmış, çayının şekeri kalmamış, cildinin pürüzsüzlüğü bozulmuş.. Düşündükçe üzen bir düzenin içinde bize biz olma şansı yaratmayan insanların içinde herkesleşmek. Ney biliyor musun?

     Boşvermek. En nefret ettiğin şey bu olsa bile kendi labirentinde kaybolmanı sağlayacak şey, boşvermek. Kırgınlığını etrafa göstermeyecek kadar titiz bir ustanın elinden çıkmış bir maske, boşvermek.Unutmak ve affetmenin tanımını yaparken cümleyi bağlayacağım yardımcı eylem boşvermek. Çünkü o kadar kolay değil hiçbir şey. Kendi gözünde gördüklerinin, bir başkasına benzememesi, hissedememesi, hissedememen. Üzme sebebin, üzülme sebebin, düşünme sebebin, düşünmemek istediğin sebebin, keşkeler ve amalarla götürdüğün sebebin; bunların hepsinin tek bir isme çıktığını biliyorsun değil mi? Bunların hepsinin tek bir çatı altında toplandığını görebiliyorsun değil mi? 

   Geçiştirdiğin şey boşvermek, ölümsüz bir hayatı tadarcasına. Uyuyorsun değil mi? En kısa ölümün içinden yok oluyorsun hayatından. Soluyorsun ama yoksun. Yoksun ama soluyorsun. Ertelediğin alarmın şarjının bitmesiyle artık seni uyandıramıyor.  Peki ne yapıyorsun şimdi? Kalk ve yüzleş bütün boşvermişlik sebeplerinle, kırgınlıkların ve kırdıklarınla. 

  Sabah yüzüne soğuk suyu çarpmak gibi bir şey,belki açılırsın.

6 Aralık 2013 Cuma

Yağmurlu Havadaki Yıldızlar



   Dalları ve yapraklarıyla beni kamufle eden ağaca sığınıyorum. Yokum. Bankta oturmuş, yok olduğumu hayal ediyorum. Kafamı kaldırıyorum ve insanları izliyorum usulca. Anlam vermeye çabalıyorum, mücadele etmeye, inanmaya, mutlu olmaya, vazgeçmemeye, kaçmamaya. Ne zaman kaçabildim ki zaten? Vazgeçip, düşünmeyen, sorgulamayan, pişmanlık duymayan kişi olmadım hiç. Peki ne yapıyorum? 

   Hayatın anlamını arayan kişiye, bu senin hayata nasıl baktığınla ilgilidir, demişti bir bilge. Peki ne yapıyorum? Anlamsızlığın içinden çıkarmaya çalıştığım anlam karmaşası, yalanların içinden bulabileceğim doğruyu, yağmurlu havadan sonra yıldızları mı arıyorum?

  Sıyrılıyorum düşüncelerimin arasından. Vazgeçmedim. Rüzgar saçımı savuştururken, çarpık bir gülümseme yerleşiyor. Peki ne yapıyorum? Bırakamıyorum, acı çekeceğimi bile bile yaşamak istiyorum. Yaşanması gereken her şeyi solumak ve yok olmak istiyorum. Acı çekmeden gerçek bir şey yaşayabileceğimi, öğrenebileceğimi düşünmüyorum belki de. Bunu gerektirdi. 

  Öylece yaşamak. İnadına. 
  Bazen olan şey bu değil mi? Yokuşlardan çıktığın nefes nefese kaldığın ve belki de sonunda gün batımını izleyebileceğin bir hayat. Belki de vazgeçip, yürümeyi bırakmak ve sonunda kendini evde buluşun. Sevdiğin bir şey için yaşadığın ya da yaşayacağın acı ve sevdiğin, hayal ettiğin, kendini bulduğun şey için çekmeye bile cesaret edemediğin bir acı hangisi daha ağır bir acıya dönüşebilir? 


14 Kasım 2013 Perşembe

Piyanist






      Uzun- ince parmaklarının birbiri ardına sıragelen ve belirsiz bir ilerleyişte olan hareketlerinden sonra notaya dokundu. Duyabiliyor muydu? Sahi, duyabiliyor muydu? 
Etrafındaki düşünce kalabalıklarının, kedilerin kuyruğuna bağlanmış tenekelerin,  sorgulayan bakışların, iç hesaplaşmaların arasında duyabiliyor muydu? 

Küçük bir çocuğun elinden kaçırdığı balonunun arkasında bıraktığı ifadeyi takındı. Aklında sadece ifade etmek istedikleri ve edemedikleri vardı. Biliyordu, dokunmasıyla itibaren yok olacaktı. Küçük bir çocuğa büründü yeniden. Hevesini ve bir balon gibi kaçıp giden isteğini düşünüyordu. 

İnsanlar, dedi kendi kendine. ''Elimden kayıp giden onlar olacak zamanla. Yanımdaki beni mutlu eden varlıklarını yoklukları tamamlayacak ve benim tablom oluşacak.'' 

Notaya dokundu ve yok oldu. 

Duyabiliyordu. Gecenin verdiği sessizliği, akıp giden ruhunu ve soluyan nefesleri. Başını önüne eğdi ve gözlerini kapadı. 


 

27 Ekim 2013 Pazar

Griyiz



 Yalanlarımız var; gerçeklerden daha inandırıcı olan. Yaşadığımız ve yaşayamadığımız an var, kimilerine göre gülmeden geçirdiğimiz kimilerine göre ise kendimiz olmadığımız. Peki hangisinin oluru var bize karşı?
   Hepimiz aynı şeyleri isteyip, farklı şeyleri savunurken,
   aynı cümleleri kurup, farklı çağrışımları yaparken,
   aynı sözleri verip, farklı davranışlarda bulunurken?

  Ne gece kadar berrak ve netiz birbirimize karşı. 
  Ne özverili ve israf etmeyen insanlarız zamana karşı. 
  Ne siyah kadar belirgin, hayat üzerindeki duruşumuzu yansıtan çizgilerimiz. 
  Ne beyaz gibi diğer renklere bulaşmadan kaldı içimiz.
  
Griyiz hepimiz, bazı anları yaşarken; aslına bakarsan hayatı solurken...



16 Ekim 2013 Çarşamba

Siren Sesi




 
Bir siren sesi kulağımdaki şimdi. Bütün sevdiklerimi alıp götürmüşler gibi. Deli gibi uyanmak istediğim bir kabusun içindeymişim gibi. Poyraz sinmiş gibi biraz işte, ruhunuz bedeninizden çıkıp gitmek için kalbinizi yokluyor. Tüm sevdiklerinizle beraber söküp atılmış kalbiniz. Anlam vermiyor, bırakmıyor yaşamaya. Astım krizine yakalanıyorum sonra birden. Keşkelerin ya da olması istenilenlerin eşiğinde tekliyor. 

Biraz sus diyorsunuz iç sesinize. Biraz sus, müziği duyabileyim. Anlam ifade eden birkaç cümle soluyabileyim hafızamda. Çölde kalmışcasına umut edebilmek, serap görmeye benziyor. Bütün hayatımız boyunca bir seraba kapılıp gitmişiz gibi geliyor bana. Kendini kandırışların, üstü kapalı cümlelerin, dilegetirmediğimiz istediklerimizin, söyleyemediğimiz sevdiklerimizin, ilke edindiğimiz doğruların, güvendiğimiz inançlarımızın. Hepsi pembe bir toz bulutuymuş gibi geliyor. 

Ağlayamıyorsunuz bazen. Ağlayamamak noktasına kadar geliyor.
Rüyadan uyanmış ve gerçek dünyaya adım atmışsınız gibi. 

Bir siren sesi kulağımdaki şimdi. Değişimlerin oluşturduğu ve geriye dönüp bakarken korkacağınız. 

14 Eylül 2013 Cumartesi

Benimle es.



Denizin dalgalarına katıp götürdüğü düşüncelerimin arkasından bakarken, yüzüme bir rüzgar vuruyor. 
Tokat gibi. 
Anlayışlı bir gülümseme yerleştiriyor dudaklarıma o an içerisinde bulunduğum hava. Karşısında durup, önünde bir engel oluşturmamdan memnun gibi bir hali var onunda. İstediğini almışcasına duruluyor birden.

 Benimle birlikte es diyor, geceye. Umursamazlığını kendinle bağdaştırmışken, en şiddetli kavganı kendinle yaparken ve bırakıp gidebilirken istediklerini. Benimle es.

Bıkkınlığını, yorulmuşluğa benzetmeden kelimelere anlam yükleyip, anlatmak istediklerinden vazgeç. Ölülerin üzerlerinde yürürken ve tüm sevdiklerini alabilecek olan toprağın kokusunu bu kadar çok severken, hislerini göm o toprağa. Sana huzur ve acının kokusunu getirebilen toprağa. 

Çelik bir zırhı giyinebilirsin o zaman. Kalkanını eline alıp, en sevdiklerinin seni kanatmasına engel olabilirsin. Gözlerini karartıp, ışıldayabilirsin yeryüzünde. Anlam vermeye çalıştığın bazı şeylerin anlamsızlık arasında kaybolduğunu görebilirsin. Benimle es. 

Rüzgarın sesini duy ve solu diyor. Seni güçlü hissettiren kelimenin ''hayır'' olduğunu ve bir şeylere karşı durmanın, düşünmenin ve gerçekle yüzleşmenin rüzgarı çağrıştırdığını farket. 
Sen bensin, ben senim diyor.
Benimle birlikte es.






19 Ağustos 2013 Pazartesi

Ölü Rüyası


  Denizin dibinde dalgalanan rüzgara karşı açıldık bir kere karmaşanın tam ortasında dolmayan pillerin bitmişliğiyle kaldırdık yerdeki kese kağıtlarını sökülmüş kaldırımlarda öcünü almamış bir bakış vardı o sabah. O sabah yazılan bu yazıların canlılığını yitirdiği günlere doğru açılışını görmek bana ne kattı diye düşündüm. Galiba dalgalara kapılmış düşüncelerim oradan oraya savruluyor*
  Kulağıma fısıldanan bir şarkı, ruhumu istiyor.
Ellerimden tutuyor, cesaretimin tanımını göstermemi bekliyor. Kalbimi yerinden çıkarmak, hissedemeyişime anlam katmak istiyor. İçine çek bu anlam ifade eden duyduğun cümleleri diyor, bırakma. Omzuma başıma yaslayamazsın, benimle ağlayamazsın. Ama bana ağlayabilirsin, diyor. Bana ağlayabilirsin. 
   Denizin ortasında akıp giden cesedimin su yüzüne çıkarmaya çalışıyor. Saçlarımın denizin içindeki halini seviyorum, izlerken gülümsüyorum. Huzurluyum. 
  Ciğerlerime kadar dolmuş bu huzur, bırakamıyorum.
  Nefesimi vermek isterdim, nefesin olmak isterdim. 
  Hayatına, hayat üflemek isterdim. 
Gözlerimi açmak istemeyeceğim bir rüya bu.  
                                                                    Devamını yaşamak istediğim.
   



9 Ağustos 2013 Cuma

Göğe Bakalım



    Yazmak mutsuzluktu, mutlu insan yazmazdı değil mi?

Mutlu insanın konuşacağı insanlar vardır, anlatması gereken tebessümler, karşılıklı içmesi gereken çaylar, günün ilk ışıklarını uykusunu almış bir şekilde karşılayan aynadaki yansıması...

Yazan insanın kalemi vardır ve insan öznesi yerine içini döktüğü kağıtlar,
kalakaldığı karanlıkta hayallerinin gerçekleşmeme ihtimaline ağırlık verdiği mutsuzluklar,
uykusuzluğuna sebep olmuş kahveler... 

Neden böyle bilmiyorum. Ama şundan eminim kendimi en rahat hissettiğim yer burası, tam bu sözcüklerin arası. Dış dünyayla bağlantımı kestiğim ve tamamen soyutlaştığım yer. 
Burdayım, çünkü mutlu insan yazmaz. Benim rahatlamaya ihtiyacım var, tıpkı senin kendi hayatından kafanı kaldırıp göğe baktığın gibi.
Aslına bakarsan hepimizin rahatlamaya ihtiyacı var, değil mi? Mutluluk oyunlarımızın çoğu gösteriş budalalığımızdan, korkaklığımızdan ve kalanı savunma mekanizmamızdan. Gülümsemek için kastığımız kasların biraz gevşemeye ihtiyacı var, değil mi?
Kendimiz bile ne istediğimizi bilmeden, iyice anlatamıyoruz derdimizi. Konuşamıyoruz, konuşturamıyoruz içimizdekileri. Burda tek ben varım, eline aldığın kalemde tek sen. Kendinden çekinmezsin değil mi? Mutsuzluğumuzu akıtmamız gerek sayfalara. Mutlu insan yazmaz,yaşar. Benim ise yazmam gerek, çünkü yazınca ruhuna giden o yol açılıyor ve kendinle kalıyorsun, yazınca rahatlıyorsun. 

Göğe bakalım.

2 Ağustos 2013 Cuma

Gibi



Günlerce uykuya sımsıkı sarılıp, beni bırakmaması için yalvaracak kadar bütün hücrelerim ona özlem biriktirmiş gibi.
İhtiyacım varmış gibi.
Ateşler içinde kalmışım ve çevremde olup biten, akıp giden suların üstlerine yazı yazmak kadar anlamsızlığa durulmuşum gibi.
Etkisinde kalmış gibi.
Rüyaların yaşama alanımı kaplamasını sadece izliyormuş gibi.
Yazdıklarımı silerken, siyah izler bırakılmış ve aynı özneler başka eylemlerle cümle oluşturmuş gibi.
Düşünmeden, düşlemeden sahneye atılmış gibi.

Hissedememiş gibi-si yok.


28 Temmuz 2013 Pazar

Duvarlar

    Kafamızın içinde bir hapishane olmalı.
 Sürekli dönüp durduğum, hislerime olta atmaya çalıştığım ve aklımın bir köşesinden selam vermeden giren bu diyalogları konuşturduğum.
    Ranzanın başına sevilen kadınların resimlerini koydukları gibi koydum fotoğrafını hafızamın duvarlarına. Baş ucuma.
   Ortalıkta bir badana kokusu, en sevdiğin rengi giydirdim bugün anılarımın duvarlarına. En sevdiğin renk kokuyordu ortalık tıpkı senin gibi içime çektiğim an beni çarpan. Etkisine tepki koyamadığım kanun. Bünyeme girişiyle kokunun; oluk oluk akıyor içime kimsesizliğim ve yalnızlığıma üfleniyor bir ney. Anlamlaşıyor yalnızlık, huzurun koynuna girince.
Huzuru bulabilir mi insan, bir notaya üflenince?
Hissedebilir mi, okurken bile içimize dolan o huzur isteğini?
Ve koku bana bunu verebilir miydi?
  Açıla açıla sonu gelmiş bir kurşun kalem elimdeki. Bütün gücünü tüketip son nefesini verecek ellerimde ve bir ağacın dalı gibi sarılacağım kağıdıma. Doğa kokmalı biraz, özgürlük kokmalı. İçime dilediğimce çekebilmeliyim bu özgürlüğü. Hafızamın zincirlerinden kurtulduğum vakit belki kaçabilirim bu tıkılı kaldığım hapishaneden.
   Bir çentik daha atılacak bugün şafağa.
   Bir çentik daha atılacak bugün aklımın duvarlarına. En sevdiğin renge bulanan duvarlarım belki de her gün attığım çentiklerimle karanlığa mahkum olacak. O vakit gardiyansız girdiğim bu hapishaneden nasıl kurtulabilirim?
   Kafamın içinde bir hapishane olmalı, mantığımın içinde kalakaldığım.
 

9 Temmuz 2013 Salı

Hissizlikten Arda Kalan





  Bir koku getirir bırakıp gittiğin kendini sana
  Bir şarkı fısıldar kömürlüğe atıp karanlıkta görmemek için ışıklarını kapattığın kalbinin
  Anlama katmak için cümleleri düşüncelerinin arkasında, hissetmemek için can kırıklarıyla dolmuş taşmış kalbinin atışını ve kırıkların ardında çatallaşmış kalbinin sesini sağırlığa susarsın.
  Uykuya hapsolmuş gibi gelir yaşadığını belli eden hislerin
  Gözlerini ilk açtığın an, özlemekle bulursun kendini
  Zamanın çizgisine yaklaşmadan
  Duyuramaz gibi gelirsin kurduğun cümleleri karşındaki insana
  Yıkıyormuş gibi olur ifade ettiklerini
 Özlemekle birlikte bütün organlarının felç geçirip sadece duyularının seni tutabildiğini
 Kurallar koyup, sınırlar çizdiğin hayatta farkına varırsın
 Görürsün hafızanın soluk almasını yaşamayan bedeninde
 Duyarsın, duyar gibi olursun sana içindeki acıları, bir parçanı bıraktığın yanını sana fısıldayan melodide
 Tad alamazsın güzel şeyleri bünyende hissedememekten
 İçine çekemezsin insanların mutluluklarıyla kullandığı havayı ihanet eder gibi olursun kanına karışan mutsuzluğa
 Mutsuzluk, değil bu; biraz keşke ve biraz ama
 Keşkelere sığdıramadığın gerçekler ve arkasında bıraktığını yok eden, silgi tozlarına bulaştırmış etkisi yaratan ve sise bulandıran
 Devamı yok, okunmaya gerek duyulmayan amalarla birleştirdiğin sonuçların

 Büyük bir boşluk var kalbimde
 Bi'şeyler inşaa etmeye çalıştığım, hissizliğe direndiğim içimde
 Sadece özler mi insan?
 Ellerimden kayıp giden her şeyi, her hücremle özlüyorum

 Özlemek; içime doya doya çektiğim ve bırakamadığım
 Hissizliğin içinden kendime tek bir his oluşturduğum
 Beni bana getiren mi, beni benden alıp giden mi?

28 Haziran 2013 Cuma

Şarkıyla Beraber

http://www.youtube.com/watch?v=Uj1AOKUPYTY (bunun eşliğinde yudumlamanız önerilir)

Bir melodiye gidiyor parmaklarım, notaların arasında gezinmeye, duygulardan kaçmak için koşmaya başlıyor ve geride bıraktıklarının yankılarını duymak için duruyor.
     Sessizliğine kulak vermek ve kendini duymak.
     Sözlerinin müzikle karışımını hissetmek.
     Beraberliklerinin kusursuzluğunu farkına varmak.
     Notalara dokunduğu gibi içimize de dokunmaya çalışıyor. Kalbimizin atışını bize duyurmak amacına hizmet etmek üzere kendi parçasını fona koyup bizim dilegelmemizi bekler gibi.
Dansının bıraktığı sakinliği üzerimize örtecekmiş gibi. Benimle konuşuyor. Kelimelere ses veriyor, cümlelerle dansa kalkıyor ve virgüllerde kusursuz dönüşlerini yaparken soluk alıyoruz. Vurgulamaya uğraşıyor, içimizde yaşadıklarımızı. Anlama katıyor sözlerini. Şimdi diyorum, kapat gözlerini görmeye başla kendini.
     Şarkıya ve rüyaya bırakman lazım, ona uyman ve eşlik etmen. Gözlerin kapalıyken daha çok farkına varıyorsun renklerin, dokunuşların, iç geçirişlerin.
Göremediklerinin, hissettiklerinin, bir kenara itip düşündüklerinin, üzüntülerinin. Dönüşleri bitirip, ileriye gidiyorsun; hafızanın perdelerini açarken. Duyduğun parçanın götüreceğini ve ardında bıraktığı izleri takip etmeye başlıyorsun. Sana karşılık veriyormuş gibi.
Kendiyle konuşuyor.
Kendinle konuşuyormuş gibi. Çünkü seni bir yerlere götüren şarkılar, seni sana anlatırlar.

      Hissetmek istemediğin zamanı,
      Zincirlere sardığın düşüncelerini,
      Kendine verdiğin sözleri,
      Duyurmak istemediğin cümleleri,
      Aklına takılan insanları,
      Göstermeye çalışmadığın seni. 

18 Haziran 2013 Salı

Aynadaki Görüntü

Mezarın yanında yatıyorum, elimdeki çiceği hala tutmaya sarf ettiğim gücüm 
ve duyuramadığım çığlıklarım var    
Sesimi duyuramıyor poyraz, rüzgarına katıyor ve sıcaklığıyla yok ediyor
Her zaman taptığım o müzik şimdi anlamsız bir kendini kandırmadan ibaret gibi geliyor
Uyuşturulmaya ihtiyacı varmış gerçeklerin 
Sanki her çekip gitmiş insanla birlikte içimden bir parça kopuyor, kimse bilmiyor 
Ağlamak isterdim, kendimi bi yere kapatıp hayatımın geri kalanını ağlamakla geçirmek isterdim Dilegetiremediğim keşke'leri ve kendimi avutmak için kullandığım ama'ları bir araya getirip nasıl can yakılır ortaya sermek isterdim
Kafamı kaldırdığımdaki gökyüzündeki bulutların ayaklarımın altında olmasını isterdim, kaybolmak isterdim
Bana gülümseyen fotoğrafta biraz olsun hatırlamasını 
Çünkü beyninin bir köşesinde iyice kenara itip yaşatmadığında o anıyı bencilleşiyorsun, bencilleşiyorum
Sanki hiç soluk almamış gibi düşündüğünde yok oluyorsun



18 Mayıs 2013 Cumartesi

Yalnız



Beynim kurcalanıyor, düşüncelerim arasından sıyrılıp buraya varıyorum. 
Issızlaşmış duygular arasından kalabalık zihinlere soru soruyor bakışlarım. Yine hangi denklemin çözüm aşamasındayım, bilemiyorum. Aslına bakarsan çözüm diye bir şey olduğundan bile şüpheliyim. Bir şeyi yalnız bırakarak çözüme ulaşmaya inanan insanların hayal güçlerini çok fazla zorladıklarını fark ediyorum. Yalnız kelimesini bile tek bırakmaya gönlüm el vermiyor açıkcası.
Yalnızlık, kalabalıktaki gürültünün dikkate alınmadan iç sesine kulak verilmiş; her insanın zaman zaman karşısına çıkıp, bünyesine enjekte ettiği bi uyuşturucu. Dünyamıza olan hislerimizi değiştiren, görme olayımızı bulanıklaştıran, umursamadan yaşamayı öğreten öğretmen. Hiçbirimiz yalnız olmaya mahkum edilmiş bir suçlu değiliz. Yalnızlığın ortasında veya sonunda  iç dünyasında kendini suçlu ilan etse de bilincimiz, olayların ve diğer insanların seçimlerinden dolayı suçlu bulunmaz.  
Yalnız bırakarak kimse sorunları aşamaz, çözümlere kavuşamaz gibi. Sanki sadece sonuçlar var, başlangıçlara nokta konulan.

5 Mayıs 2013 Pazar

İç Sesiyle Konuşurken İnsan


  http://www.youtube.com/watch?v=jFg_8u87zT0 beraber dinlemeniz önerilir eh.


   Sevdikleriniz sizin karşınızda durup yalan söylerken ve siz bunu bildiğinizde, hissettiğinizde olan his var ya. Küçük bi yavru köpek bakışına sahip oluyorum önce sonra ''nabıyon allaşkına değer mi bak'' diyorum, yüzüme bakıyor, gülümsüyor. Gülümsüyor allahım ya bide gülümsüyor!
Tutup sarssam mı acaba, niye yalan söylüyor diye sorsam mı? Ya siktir etsene.
   Niye oluyor böyle diyorum kendi kendime. Çevremde değer verdiklerim yalan söylüyor, herkes yalan söyler tamam ama insan sevdiğine yalan söyler mi ulan! Söyler-miş anladık tamam be tamam. Dinlerdim halbuki ben karşımdaki insanla birlikte üzülür, saçmalardım gülsün diye kötü yönlerine hatalarına aldırmadan bi insana değer veriyorsam, sonuna kadar değer verirdim. Çünkü çok değer verdiklerim ya da az değer verdiklerim yok; değer verdiklerim ve değer vermediklerim var. Zaten az insan alınca kendine yitip gitmesin istiyorsun. Güvenebil, sen onlarla nasıl ilgiliysen onlarda senin iyi-kötü her anını paylaşsınlar, konuş biraz istiyorsun. Dök kelimelerini ortaya onlar toparlasınlar, birleştirsinler,seni anlasınlar. Çok bi şey istiyom heralde ya.
   Yalan söylüyorlar bide ulan ben sana ne yaptım arkadaş?
Birisine değer veriyorsan ve senin için anlam ifade ediyorsa yalan söylememelisin ya söyleme bak. Doğrular onun canını acıtacağını bilsen bile senin ona yalan söylediğini bilmek, yanında hiç olmamışsın gibi bi şey,üzüldüğünde yanına gitmeyeceğini öğrenmesi nasıl hissettirir adamı bilir misin? Öğrenmelisin ki karşındaki insana yalan söylememen gerektiğini bilesin.

4 Mayıs 2013 Cumartesi

Eller ve Çizgiler



 

Uzun uzun bakarken avcuna uzayıp giden yolların, nefrete dönüşen kısa anıları hatırlıyor , aynaya bakarken  alnındaki üzgün çizgileri fark ediyor insan. Ruhumuzu, psikolojimizi ayna görevi üstlenip yansıtıyoruz galiba vücudumuza. Yaşımız çok büyük değil, yaş'larımız onları geçkin belki.  Eleveriyor dünya. Fondatenle kapatmaya çalıştıkları yaralar akşam olduğunda açılıyor gönülden. Yaşlar sel olup giderken fırtınalara, eli bağlanıyor insan. Denizin dalgalanıp durulması gibi, alnındaki çizgiler belirmeye başladığında durgunlaşıyor. Alnındaki çizgilerin yol olduğunun farkında değil insan, gitmek istedikleri ama gidemedikleri yolun, yapmak istediği ama yapamadığı hayallerin.Vazgeçilmiş emeklerin izi kalıyor. Yaşımız değil bizi yaşlandıran, yaşantımız. Eller ve çizgiler bizi eleveriyor

1 Mayıs 2013 Çarşamba

İnsanlarımız


       


          Kader dediğimiz şey yaptığımız her şeyin bilinmesi midir ki ;Tanrı evlatlarına sonunu bildiği bir oyunu oynatsın? Yoksa yol ayrımlarında kendi yolunu bulurken cennetin ve cehennemin yol ayrımında durman mı? Hayatımızda soluk alan insanların bizim hayatımız için yaratılması mı ya da bizim onların hayatı için nefes almamız mı? Kararlarımız, vazgeçtiklerimiz doğrultusunda karşımıza çıkan insanlar mı bizi var eden? Durup düşünmemiz lazım, düşünüyorsak bir yerlerde olmamız; yapıyorsak yaşamamız lazım.

         Gözbebeklerimizde uzaklaştıkça küçülen ve yakınlaştıkça kendini sevdiren insanlar var. Hayatımızın bir kenarında bize iz bırakan ve seçimlerimizde önceliğimiz olanlar.
Tanıştığımıza memnun olduğumuz, memnun kalamadıklarımız var. Eh, tabii haliyle tanıştığımıza memnun olan ve memnun kalamayanlar. Şimdi nasıl bir sonuca ulaşabilir ki insan? Hayatımıza giren çoğu kişi bizim için bir iz bırakırken ve kaybolurken... Anlam ifade ederken ve umursamazken.
       
        Sinirleniyoruz, kızıyoruz, mutlu olmaya çalışıyoruz, gülüyoruz, ağlıyoruz ve bunlar bizim insanlarımız için, hayatımızda olan ve olmasını istediğimiz veya gitmesini istediğimiz. Bizim için doğru insanın yaratıldığından
emin değiliz; ama bazıları için doğru insan olabiliriz. Olayları akışına bıraktığımızda kaderimizi yaşamıyoruz sadece duruyoruz ya da karar verirken önceden yazılan bir şeyi gerçekleştirmiyoruz kendi hikayemizi kendi insanlarımızı biz yazmaya başlıyoruz.
Kelimeleri kullandığımızda cümlelere bağlıyoruz tıpkı insanlar gibi onları hayatımıza aldıkça biz oluyoruz.