6 Aralık 2013 Cuma

Yağmurlu Havadaki Yıldızlar



   Dalları ve yapraklarıyla beni kamufle eden ağaca sığınıyorum. Yokum. Bankta oturmuş, yok olduğumu hayal ediyorum. Kafamı kaldırıyorum ve insanları izliyorum usulca. Anlam vermeye çabalıyorum, mücadele etmeye, inanmaya, mutlu olmaya, vazgeçmemeye, kaçmamaya. Ne zaman kaçabildim ki zaten? Vazgeçip, düşünmeyen, sorgulamayan, pişmanlık duymayan kişi olmadım hiç. Peki ne yapıyorum? 

   Hayatın anlamını arayan kişiye, bu senin hayata nasıl baktığınla ilgilidir, demişti bir bilge. Peki ne yapıyorum? Anlamsızlığın içinden çıkarmaya çalıştığım anlam karmaşası, yalanların içinden bulabileceğim doğruyu, yağmurlu havadan sonra yıldızları mı arıyorum?

  Sıyrılıyorum düşüncelerimin arasından. Vazgeçmedim. Rüzgar saçımı savuştururken, çarpık bir gülümseme yerleşiyor. Peki ne yapıyorum? Bırakamıyorum, acı çekeceğimi bile bile yaşamak istiyorum. Yaşanması gereken her şeyi solumak ve yok olmak istiyorum. Acı çekmeden gerçek bir şey yaşayabileceğimi, öğrenebileceğimi düşünmüyorum belki de. Bunu gerektirdi. 

  Öylece yaşamak. İnadına. 
  Bazen olan şey bu değil mi? Yokuşlardan çıktığın nefes nefese kaldığın ve belki de sonunda gün batımını izleyebileceğin bir hayat. Belki de vazgeçip, yürümeyi bırakmak ve sonunda kendini evde buluşun. Sevdiğin bir şey için yaşadığın ya da yaşayacağın acı ve sevdiğin, hayal ettiğin, kendini bulduğun şey için çekmeye bile cesaret edemediğin bir acı hangisi daha ağır bir acıya dönüşebilir? 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder