7 Kasım 2015 Cumartesi

01.40

duy


Birbirimize ait olamama hissiyle baş etmeye çalışıyordum. Yalnız.

Yalnız kafamı kurcalayan, geceleri sizi uyutmadığını sandığınız duvardaki saatin sesi gibi sinir bozucu bir hal almıştı. Önce kendime daha sonra kelimelere anlam vermeliydim, muhakkak. Yoksa yazacaklarım birkaç sarhoş cümlenin eseri olacaktı. Ve sabahında yine duygularını söküp atmış, insanlara aldırış etmeyen bir ceket giyecektim. Ve keşke sabahında dinlediğim şarkıda da, öğleden sonraki yolculuklarımda da o ceketi üzerimde tutmuş bulunsaydım. Kendimle olan kavgam bütün bu kitaplara, şarkılara, satır aralarına, dizilere ve filmlere patlıyordu. Patlıyor ve daha sonra her birisi kafamda parçalara ayrılıyordu. Her birisi kafamda parçalandığı gibi insanoğlunun kafasında yaşam olanağı buluyordu. Kendi kendimizi kandırıyorduk. Neden

 Kendime sunmak istediğim gibi bir anlamı olsun diyeydi, kuşkusuz.

Nefes aldığımız andan süregelen bir anlam telaşesinin içindeydik. Duramıyorduk, izleyemiyorduk ve çoğu zamanda mantık çerçevesinin içinde yer almıyorduk. Yarattığımız dünyadaki karakterler gibi davranamıyorduk. Telaşenin içinden aslında ne düşündüğümüzü, ne istediğimizi ve neyi arzuladığımızı göremiyorduk. Sadece merak edilen dışarıdan nasıl göründüğümüzdü, insanlara kendimizi nasıl yansıttığımız... Toplum içinde bir yer edinip bunun uygun ve saygı duyulan, kimsenin birbirine tahammül edemediği ve herkesin birbirinin arkasından konuştuğu ama zamanı gelince sahte övgülerle birbirlerini şımarttıkları yere ait olmaktı.

Bir fotoğraf karesinin içinden gülümseyen yüzlerden biri olmak.

20 Ağustos 2015 Perşembe

Hapishane

7-8 yaşlarındaki gece yolculuğunu hatırlıyorum. Her şey en sevdiğim şekilde kurulmuş ilerliyor.  Ay, koyulaşan bu mavilik, evlerden sızan ışıklar, o sızan ışıklardan kurduğum hikayeler... Otobüs durduğunda elini tutup, az önce her şey çok güzel görünüyordu değil mi, demiştim.

Yaşam telaşesinden farkında değildin; belki de sırf ortaya koyduğumuz adlar yüzünden farkında olamıyorduk. Bir kalıba kendimizi soktuğumuz vakit, kuralları ihlal etmek bambaşka bir ahmaklık olarak çıkıyordu. Öyle bakıyorduk.

O gün ne hissettiğimi, ne düşündüğümü hala hatırlıyorum. Bütün İstanbul ayaklarımın altındaydı, bir uçan halım ve her şeyin küçüldüğü bir dünyam vardı. Ayaklarımı sallandırmak istediğim uçurum kenarım ve bana eşlik edecek manzaram vardı. O gece her şeye sahiptim, her şeyin mutlak suretle saf olduğuna dair bir inancım vardı.

Sayfaları hızlı hızlı çevirip bugüne geldiğimde, bende zamanla kendimi kalıba koymaya başladığımı gördüm.  Can sıkıntısını işte şimdi tam olarak ifade edebilirdim.

Dünyan, zamanla hapishanen olur.

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Nefret Mahcubiyeti

bir akşan balkonun demirlerine 
yaslanırken titreyen bedenimi,
avucunda bir serçe varmışcasına 
alacaksın. 
kırılan kanadıma önce üzülecek 
sonra beni eski halime döndürmek için
uğraşacaksın.
yere değiyor bakışlarındaki mahcubiyet.
gece nefretini kusacak
anlayacaksın.