7 Kasım 2015 Cumartesi

01.40

duy


Birbirimize ait olamama hissiyle baş etmeye çalışıyordum. Yalnız.

Yalnız kafamı kurcalayan, geceleri sizi uyutmadığını sandığınız duvardaki saatin sesi gibi sinir bozucu bir hal almıştı. Önce kendime daha sonra kelimelere anlam vermeliydim, muhakkak. Yoksa yazacaklarım birkaç sarhoş cümlenin eseri olacaktı. Ve sabahında yine duygularını söküp atmış, insanlara aldırış etmeyen bir ceket giyecektim. Ve keşke sabahında dinlediğim şarkıda da, öğleden sonraki yolculuklarımda da o ceketi üzerimde tutmuş bulunsaydım. Kendimle olan kavgam bütün bu kitaplara, şarkılara, satır aralarına, dizilere ve filmlere patlıyordu. Patlıyor ve daha sonra her birisi kafamda parçalara ayrılıyordu. Her birisi kafamda parçalandığı gibi insanoğlunun kafasında yaşam olanağı buluyordu. Kendi kendimizi kandırıyorduk. Neden

 Kendime sunmak istediğim gibi bir anlamı olsun diyeydi, kuşkusuz.

Nefes aldığımız andan süregelen bir anlam telaşesinin içindeydik. Duramıyorduk, izleyemiyorduk ve çoğu zamanda mantık çerçevesinin içinde yer almıyorduk. Yarattığımız dünyadaki karakterler gibi davranamıyorduk. Telaşenin içinden aslında ne düşündüğümüzü, ne istediğimizi ve neyi arzuladığımızı göremiyorduk. Sadece merak edilen dışarıdan nasıl göründüğümüzdü, insanlara kendimizi nasıl yansıttığımız... Toplum içinde bir yer edinip bunun uygun ve saygı duyulan, kimsenin birbirine tahammül edemediği ve herkesin birbirinin arkasından konuştuğu ama zamanı gelince sahte övgülerle birbirlerini şımarttıkları yere ait olmaktı.

Bir fotoğraf karesinin içinden gülümseyen yüzlerden biri olmak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder